21 Eylül 2021 Salı

MANİSA'NIN YAYLA SULARI


Manisa’ya tayin olan memur bir karı koca bir ev kiralar ve şehre taşınırlar.  Birkaç hafta geçer geçmez bir gece yarısı kadın duyduğu sesler üzerine gözlerini açar. Salon penceresine yanaşıp perdeyi yavaşça aralayıp dışarı bakar. Sokakta allı pullu elbiseler giymiş bir gurup kadın ellerinde ki tef ve dümbelekleri çalıp türküler şarkılar söyleyerek geçmektedir. Sokak lambasının direğinin dibini bile zor aydınlatan sarı ışığı altında gördükleri ödünü patlatır. İşte bu garip ve süslü kadın alayının ortasında ise yüzü pullu bir örtü ile örtülmüş iki koluna iki kadının girdiği bir genç kız yürümektedir.

Gördüklerinin dehşeti içinde kalan kadın panikle yatak odasına koşar, kocasını sarsarak uyandırır.

-Bey bey kalk Deccal çıkmış der.

Zavallı adamda uykudan sarsılarak uyanmanın sersemliği ile yataktan fırlar. Bu ikisi sabaha kadar korkuyla güneşin doğmasını beklerler.

Doğru mudur değil midir bilmem ama anlatılan bu  olay aslında Manisa’nın bir kına gecesi âdetine dayanıyor. Bu âdeti hala uygulayan kaldı mı bilmiyorum ama kına gecesinde kadınlar kendi aralarında oynar eğlenirler. Çerezler yenir şerbetler içilir. Gecenin sonlarına doğru gelin kızın çevresinde arkadaşları ellerinde üzerine mum dikilmiş kına tabağı ile  “yüksek yüksek tepelere “türküsünü söyleyip etrafında dönerek gelini ağlatmaya çalışır. Sonrasında gelin ve arkadaşlarına kına yakılır. Buraya kadar her şey ülke genelinde ki aynı adetler. Manisa âdetinde ise kına gecesi bittikten sonra gelin etrafında tef çalıp türkü söyleyen arkadaşları ile beraber yedi çeşme dolaştırılarak elinin kınası bu çeşmelerde yıkanır. En sonunda da erkek tarafının evine gidilir burada kayınvalide kınagecesi alayına katılanlara çerez filan verir galiba. Hatta kayınvalidenin şalvarının bir değneğin ucuna takılarak yakıldığı dahi söylenir ama ben karşılaşmadım.

Biz çocuklar arasında anlatılan müthiş kıyamet senaryoları vardı. Bu hikâyelerle büyüyen insanlar için oldukça korkutucu bir olay bu tabi.

Efendim bu hikâyedeki senaryoya göre kıyamete yakın Deccal çıkar. Bu Deccal ve avenesi sokaklarda şarkı söyleyip def çalarak dolaşır. Bu sesin büyüsüne kapılan insanlar evlerinde fırlayarak kalabalığa karışır. Alay, bu hipnotize olmuş gibi kendinden geçerek guruba katılanlarla gittikçe büyür büyür sokaklara sığmaz olur. Ama imanlı ve cennetlik insanlar Deccalın müziğinin sesini duymadıkları için sokağa çıkmazlar. Sonra da kıyamet bu sokakta ki insanların üzerine kopar. Üzerlerine kızgın taşlar alevler yağar ve oracıkta helak olurlar. Hatta ve hatta bu dışarı çıkan insanların boynuzları çıktığı için kapılara takılıp isteseler de artık eve giremedikleri bile söylenirdi.

Bu dehşetli hikâyeleri kim uydurdu kim yaydı bilmem ama bahçelerin kuytu köşelerinde kömürlük diplerinde biz çocuklar korkudan yüreciğimiz çarparak bu hikâyeleri anlatır ya da dinlerdik. İşte bu kadıncağız da belli ki bu hikâyelerden haberdar, gece yarısı böyle bir manzara ile karşılaşınca ödü kopmuş. Kıyamet saatinin geldiğini zannetmiş.

Kına gecesi geleneğinde görüldüğü gibi Manisa’nın yayla suyu çeşmeleri şehir yaşamı ve kültürü içinde oldukça önemli unsurlardı. Her şeyin değiştiği gibi bu gelenekler de büyük ölçüde değişti. Özellikle Ramazan ayının akşamüstleri önünde sıraya girdiğimiz yayla sularından birçoğu şu anda kurudu. Bir zamanlar Spil dağına kış boyu yağan karların erimesi ile bu çeşmelerden buz gibi sular akardı. Şimdi bu çeşmelerden hala yayla suyu aktığı konusunda çok emin değilim. Muhtemeldir ki artık birçok çeşmeden şebeke suları akıyor.

Manisa’da bir zamanlar, tarihi öneme sahip çeşmelerden hariç Spil dağının  etekleri boyunca bir çok sokakta  sadece bir borudan önünde ki yalağa kol kalınlığında sular akan yayla suları vardı.

Bunlardan ilk tanıştığım oturduğumuz göçmen mahallesinin üst taraflarında iki sokağın kesişimindeki köşede akan yayla suyuydu. Bir adam kolu kalınlığında borudan fışkırarak akan su önünde ki yalağa gürültü ile dökülüp ardında derin uğultular bırakarak mazgalda kaybolurdu. Oyun aralarında Ter ve toz karışımı simsiyah suratlarımızı bu çeşmede yıkar sonrasında bir elimizle boruya sıkıca tutunurken diğer elimizin avucunu çukurlaştırarak içine dolan suyu kana kana içerdik. Bir yandan su içerken bir yandan da yalağa düşme korkusu içimi ürpertir sanki bir elim kayacak olsa sularla beraber mazgalın içine düşüp kaybolacağım sanırdım. Derinlerden gelen uğultuları dinlerken kalbin heyecanla çarpardı. Bir anda  düşüp mazgalın içine girsem Jules Verne’inin Dünyanın Merkezine Seyahat romanında ki garip yerlere  düşeceğim ve geri dönemeyeceğim duygusuna kapılırdım.

En sonunda ise ıslak yüzümüzü kolumuzun yenine siler elimizi de sokakta ki oyun kostümümüz olan “picamamızın” yanlarına sürerek kurutur sonra oyunlarımıza devam ederdik.

İkinci tanıştığım yayla suyu aile dostlarımıza gittiğimiz  zaman gördüğüm Muradiye Külliyesinin dağa doğru ilerleyen yan sokağını kesen sokaklardan birinin köşesinde ki yayla suyu idi. Üçüncüsü ise Perşembe pazarının sonlarına doğru  Çipillerin evinden hemen sonra ki sokağın sağ tarafında akan yayla suyu oldu.

Bu anlattığım yayla suları şehrin dört bir tarafında ki sebillerden ve yayla suyu çeşmelerinden farklıydı. Sadece bir boruyla dağdan gelen bu çeşmeler sanırım Spil ‘in boylu boyunca eteklerinde uzanan birçok mahallenin sokak aralarında akan sulardı. Küçüklüğünden itibaren tasarruf alışkanlıkları ile büyüyen bir memur çocuğu olarak kapatacak bir çeşmesi olmadan boşu boşuna akan bu sular oldukça aklımı kurcalardı doğrusu. Neden bir çeşme takılmadığını merak eder boşuna akan sulara acırdım.

Manisa’ya dair birçok şey gibi o yayla suları da geçmişte kaldı artık.

Not: Fotoğraflar Dış mahalle ara sokaklarından...