bağ-ı dehrin hem hazânın hem bahârın görmüşüz
biz neşâtın da gamın da rûzigârın görmüşüz Nabi…
Çaybaşı’ndan
gelip Mevlevihane’ye giden, oradan da Sipil'e uzanan yolun üzerindeyim. İstinat duvarına
oturup ayaklarımı aşağıya uzatıyorum. Manisa yayılıyor önümde, ileride bereketli
Gediz nehri ve Gediz ovası. Serin bir rüzgâr esiyor, iki yanımda asırlık iki
çam ağacı. Arkada gelip geçen arabaların sesleri.
Ah Manisa!
binlerce yıllık kadim şehir. Kaç kez
doldun kaç kez boşaldın acaba. Şu hemen aşağıdaki dut ağacı yüz yıl öncede var
mıydı, dallarına kimler tırmandı? Ayaklarında ki yemenileri çıkarıp kollarına
tırmanan bir haylaz mı, yoksa çıplak ayaklı bir çoban çocuk mu? Acaba yoksul
bir evin bahçesinde miydin yoksa zengin bir konağın eyvanında mı? Belli değil şimdi.
Zira yirmi sene öncesinden bile o kadar farklı ki sokaklar.
Şu mavi
apartmanın yerinde milattan önce Lidyalı zengin bir tüccarının tabanı mozaikli
villası mı vardı acaba, yoksa yoksul bir demirci ustasının ateşinin başında
körük şişirip çekiç salladığı atölyesi mi? Kim bilir?
İşte şu
dizi dizi kuzeye uzanan ışıklar Akhisar yolu, istikamet İstanbul. Doğuya geden
yol Turgutlu yolu, istikamet Ankara. Batıya giden yolun sonunda ise İzmir, Sabuncubeli’ni
aşarak uzanıyor. Gerçi şimdi tünel yapıldı, Sabuncubeli’ne giden yol garip kaldı…
Kaç yolun
düğüm noktası Manisa ve kaç medeniyetin? Uzakta öbek öbek yanan titrek köy
ışıkları gibi parlıyor, iz bırakan medeniyetler.
Şimdi ışıl
ışıl farlarıyla arabaların geçtiği yollardan pirinç ve baharat yüklü develer
salına salına boyunlarında ki çanlarını sallayıp geviş getirerek Mısırdan
geliyordu belki… Ya da İtalyan bir tüccar, Yahudi iş ortağı ile çene çalarak at
üstünde İzmir limanına zeytinyağı ve tütün yüklenecek germilerine nezaret
etmeye gidiyorlardı belki de…
Zaman ne garip…
Bir zamanlar adeta ürünlerini yüklediği bir liman olan İzmir’e karşı yenik
düşüyor ve zamanla İzmir’in bir antreposuna dönüşüyor Manisa, namı diğer
Saruhan Vilayeti…
Saruhan
beyliğinin bir zamanlar yaman denizciler olduğunu unuttuk gitti bile, ya da
karlı deniz ticareti sayesinde mamur ve müreffeh bir şehir olduklarını…
***
Halk
arasında anlatılan Manisa’nın fethinde( büyük bir orduyla kuşatıldıkları
yanılsamasını oluşturmak için) boynuzlarına taktığı meşalelerle keçileri kaleye
doğru sürerken, sürüyü acaba ilk hangi asker görmüştü? Sürüler yokuş yukarı
tırmanırken, şu oturup Manisa’yı seyrettiğim yerden de geçtiler miydi ki?
Tarih ne
garip, aktaranlar eliyle ne değişik hallere bürünüyor. Mesela Horoz köy için anlatılanlar.
Tarih kaynakları, köyün adının Saray çalışanlarından bir gurup Hristiyan
ailenin oturduğu Horos isminden geldiğini söylerken, halk muhayyilesi Fetih
tamamlandığında o mevkide öten bir horozdan geldiğini söylüyor…
Kendisini
ağırlamak için kavga eden Ahi Sinan ve Ahi Duman reislerin bıçaklı kavgasını
tatlı tatlı anlatan İbn-i Battuta’nın Manisa’ya uğradığı zaman gecelediği ahi
tekkesin yerinde şu anda hangi bina var. Bulmak mümkün mü?
Şehzade
Mehmet henüz Fatih olmadan önce Sultan yaylasına göçerken yanında anacığı ve
lalalarıyla gitgide ufalan ve gözden kaybolan Manisa’ya bakarak yol boyunca ne düşünüyordu?
Fetih planları yapmaya başlamış mıydı, ya da İstanbul’u ne zaman kafasına koymuştu?
Acaba
Yunan askerleri üç yıllık işgalin ardından iki gün boyunca yanan bir şehir
bırakarak kaçarken, denize dökülmek için mukadder kaderlerine İzmir’e doğru
hangi korkunun pençesiyle kaçıyordu. Peki, 8 Eylülde yorgun ama muzaffer bir
şekilde şehre giren Kuva-i Milliye güçleri şehri kurtardıklarına sevinmişler
miydi, yoksa yanan binlerce ev, dükkân, onlarca çiftlik ve fabrikaların dumanı
tüterken, evi barkı ocağı yok olan sevdiklerini şehit veren, zor kurtardıkları
canlarıyla dağlara sığınan yerli halkın acısı için gizliden gözyaşı mı
dökmüşlerdi? O yağız komutan bir gün bari dinlenmiş miydi bu viran şehirde,
yoksa dinlenemeden Yunan sürülerinin ardından at koşturmaya devam mı etmişti?
Şimdi soru
mu bu? Dokuz Eylül de İzmir’in kurtuluşu olduğuna göre elbette ki Yunan
çakallarının ardından koşmuştu vatan kurtarmaya.
Manisa Tarzan’ı
Ahmet Bedevi bu yanmış harap şehre hangi yollardan geçerek geldi ki acaba? Ya
da ilk fidanı nereye hangi sokağa, hangi bahçeye dikti?
Sor sor
bitmez sorular. Tabi anlatılacaklar da…
Olsun
başlayalım bakalım dilimiz döndüğünce, kalemimiz yettiğince Manisa’yı
anlatmaya…
saruhan beyliği miymiş eski adı, hıms, manisa tarzanı izledin mi filmini, filmi de güzel, izmir eskiden aydın a bağlıymış galiba ama sonra büyümüş işte :) manisa deyince akla önce mesir macunu geliyor :) bir de hep derler ya bakırköy gibi yani seni manisa ya yatıralım akıl hastanesine gibi, demekki manisa da akıl hastanesi olmalı. peki ne güzel o zaman manisa doğasını, yemeklerini annat bize sonaa belki kültür tarif filan yanii demekki sen manisalısın ve çok seviyon memleketini :)
YanıtlaSilHımm demek başka şehirlilerin Manisa hakkında ki bilgileri bunlar. Anlatacak çok şey var o zaman. Evet tarih kaynaklarında Vilayet-i Saruhan olarak geçiyormuş bir zamanlar. Manisalı oldum diyeyim :)
Silanladıım, eş durumundan :)
SilHah ha ... Baba durumundan. Babamın tayini buraya çıktı. Sonra da burada kaldık:)
Sileveey, bunu sonra tahmin ettim, çocukluğunu ve anemonları anlatınca :)
Sil