29 Ağustos 2021 Pazar

SPİL’İN FİLDİŞİ OMUZLU DELİKANLISI PELOPS


                                                                  Pelops ve karısı Hippodamia 
                                                                                               
OLİMPİYATLARI BAŞLATAN KAHRAMAN

Olimpiyat oyunlarında sporcularımız üst üste kazandıkları başarılar ile göğsümüzü kabarttı. Hele de yanağı mıncırmalık sevimli delikanlı Mete Gazoz hepimizin sempatisini kazandı. Karizma başarı ve sevimlilik nasıl bir insanda toplanabilirin örneği oldu kendisi.

Olimpiyat oyunları dört yılda bir yapılan karşılıklı dostluk ve anlayış içinde daha iyi ve barışçıl bir dünyayı amaçlayan bir spor organizasyonu.

Tüm dünyanın katıldığı, ülkelerin ev sahibi olmak için kıyasıya yarıştığı bu büyük organizasyonu başlatan kahramanın Manisalı olduğunu söylesem ne dersiniz.

Şaka değil gerçekten de öyle. Manisalı mitolojik kahramanların arasında en az bilinen sanırım olimpiyatları başlatan Anadolu delikanlısı Pelops.

Pelops kim mi?

Önce onu tanımakla başlayalım isterseniz. Tantalos’un adını sanırım çoğunuz duymuşsunuzdur. Hikâyesini sonra ki bir yazıda anlatırım yine de.

Tantalos, Tanrı Zeus’un Plouto isimli bir Nympha dan dan olan oğlu. Nymphalar nehir perileridir ve Plouto da muhtemelen Sart çayı kenarında yaşayan bir peri kızıdır. İşte bu Tantalos Lidya krallığının başına geçer ve bir ölümlü olmasına rağmen babası ‘Zeus’un torpiliyle tanrıların şölen sofralarına oturur. Onlarla göksel besinler olan nektar yiyip Ambrosia içer. Bu durum zamanla onu oldukça şımartır.

Bir gün tanrıları Spil üzerinde olan sarayına davet ederek büyük bir ziyafet verir. Aslında bu ziyafetin ardında ki gizli niyeti tanrıları sınava çekmektir.

Oğlu Pelops öldürerek parçalara ayırır, büyük kazanlarda haşlayıp ziyafet sofrasında ki tanrılara sunar. Tanrılar durumu anlayıp sofradan ellerini çekerler. Ama yaşlı Tanrıça Demeter, üzüntüsünden dolayı oldukça dalgındır. Zira kızı bahar tanrıçası Persephone, Hades tarafından kaçırılarak yer altına hapsedilmiştir. O dalgınlıkla bir parça eti yer.

                                                  Manisa Spil Dağı Yarıkkaya mevkiinde "Pelops'un Tahtı"

Tanrı Zeus bu küstahlığa çok kızar ve Peolps’u yeniden diriltir. Lakin Demeter’in yediği omzuna gelen kısım boşta kalmıştır. Bu duruma çok üzülen Demeter hatasını telafi etmesi için demirciler tanrısı Hephatios’ ricacı olur. Hephatios Pelops’a fildişinden bir omuz yapar. Artık Pelops fildişinden bir omuz sahiptir.

Gel zaman git zaman seneler geçer. Pelops yakışıklı bir delikanlı olur. Daha sonra ise  büyük bir servet ile Atina’ya gider. O dönemler Anadolu bolluk ve zenginlik içinde iken Grek coğrafyası iç karışıklıklar ve göçler yüzünden zor dönemler yaşıyordur. Pelops burada Hükümdarın kızı Hippodamia’ya âşık olur.

Onunla evlenebilmek için babası ile yarışmayı kabul eder. Hippodamia’nın babasını at arabası yarışlarında yenerek kızını almaya hak kazanır. Bu olay antik olimpiyat oyunlarının başlangıcı olarak kabul edilir.

Tabi Olimpiyat oyunlarının başlaması ile ilgili birkaç rivayet daha vardır ama onları boş verelim. Sonuçta asırlardır devam eden ve dünyanın en ünlü spor organizasyonunun babası bir Anadolulu hatta Manisalı bir kahraman.

Hey be Manisa!  sen neymişsinJJJ

 Pelops ve Hippodamia yarışı

18 Ağustos 2021 Çarşamba

SPİL'İN ACILI KADINI NİOBE

 

AĞLAYAN KAYA GERÇEKTEN AĞLIYOR MU?

Galiba ilkokul iki veya üçüncü sınıftaydım. Öğretmenimiz ağlayan kayaya pikniğe gideceğimiz müjdesini verdi. Benim için sıradan bir piknik ama birçoklarında  farklı bir heyecan. Hararetle anlatıyorlar.

-Ya bi kadın varmış çocukları ölmüş. Çok üzüldüğü için acısından taş kesilmiş. Şimdi her Cuma günü gözlerinden yaşlar akıyormuş.

Ee biz de Cuma günü okulun son gününde pikniğe gittiğimize göre ağlayan taş kesilmiş kadını göreceğiz. Bizde bir heyecan bir heyecan.

Daha o zamanlar mitoloji nedir bilmiyorum. Öğrenmeme de seneler var. İlk duyduğum mitolojik hikâye örümceğin hikâyesiydi. Çok güzel gergef işleyen bir genç kızı kıskanan bir tanrıça onunla yarışa giriyor. Yenilince de kızcağızın gergefini örümcek ağına kızı da örümceğe dönüştürüyor. Ben bu kızcağızın acısına üzülmeyi atlatamadan çocuklarının ölüsüne senelerdir ağlayan kadını öğrenince üstüne tuz biber oldu.

Heyecanla beklediğimiz piknik günü geldi. Biz öğretmenlerimiz başımızda, ellerimizde sele sepetlerimiz yayan yapıldak Ağlayan Kayanın oraya çıktık. Kayaya bakıyorum bakıyorum bir şeye benzetemiyorum. Ben zannediyorum ki heykel falan gibi bir şey, gözlerinden de sular sızıyor. Galiba gerekli açıyı yakalayamadım. Bir yerlerden sızan ya da akan su da göremedim.

Daha o zamanlar Ağlayan Kaya bu kadar aşınmamıştı. Yine de kadın siluetine benziyordu. Ama o gün, benim gözümde ki tüm karizması gitti. Öğretmenimiz Niobe efsanesini anlatsa da bir daha eski itibarını kazanması mümkün olmadı.

Üstünden seneler seneler geçti benim hayalimdeki Niobe, evlatlarının ölü bedenine sarılarak hıçkırıklarla ağlayan bir anne değil, bir piknikte etrafını şaşkınlıkla  dolaştığımız sağını solunu merakla inceleyip üstüne tırmandığımız bir kaya parçası olarak kaldı. Sonraları öğrendiğim yeni bilgiler ise bu ilk tanışmanın bıraktığı izlenimi değiştirmeye yetmedi.

Niobe’nin hikâyesini herkes bildiği için tekrarlamayacağım ama başka bir sürpriz yapayım. Anadolulu şair Homeros’un İlyada destanında anlattığı Niobe’yi,  “Mavi yolculuk” teriminin isim anası filolog ve arkeolog Azra Erhat’ın çevirisi ile sizlerle paylaşıyorum.

 

NİOBE-HOMEROS-İLYADA

Güzel saçlı Niobe’nin de yemek geldi aklına.

Oysa on iki çocuğu olmuştu sarayında,

Altı kızı, ergen altı oğlu.

Apollon öfkelenmişti Niobe ’ye

Öldürmüştü oğullarını gümüş yayıyla,

Kızlarını da okçu Artemis öldürmüştü.

Niobe güzel yanaklı Leto ile bir tutuyordu kendini

Diyordu, Leto iki çocuk doğurdu bense bir düzine

İki kişi Apollon ile Artemis öldürdü hepsini.

Ölüler yatıp kaldılar kanlar içinde.

Kimsecikler yoktu onları gömecek.

Herkesi taşa çevirmişti Kronos oğlu

Göklü tanrılar gömdü ölüleri onuncu günü.

İşte o gün yemek geldi Niobe’nin aklına,

Gözyaşı dökmekten yorgun düşmüştü.

Bugün Sipylos kayalarında ıssız doruklarında,

Akheloos Irmağı kıyısında oynaşan su perilerinin

Yatakları vardır derler ya işte oralarda,

Tanrı buyruğu ile taş olmuştur Niobe,

Yüreğine indirir durur acılarını,

Çeviri: Azra Erhat

 

Ah Niobe ah! Yerini  bilip de sınıf atlamaya kalkmasaydın, hiç bunlar gelir miydi başına?…

13 Ağustos 2021 Cuma

SPİL’İN NAZLI KIZI ANEMON

Sadece burada yetişen yüzlerce endemik bitki içinde en meşhuru şüphesiz ki Anemon yani Manisa Lalesi. Daha çok gölgeli yerlerde kısacık sapları üstünde doğrularak baharı müjdeleyen pembe mor kırmızı beyaz anemonlar papatyalardan önce kırlarda boy gösterir. Onların ardından da papatyalar ve çocukların yağlı çanak dediği sarıçiçekler sökün eder. Serin bahar günlerinde henüz daha nemli olan toprakların üzerine yayılıp, üstümüz başımız toprak ve çamur içinde kalarak topladığımız anemonları demet yapar, sevinçle annelerimize koşardık. Batı Kışlanın biraz üzerinde ki düzlük alandan annelerimiz kilimleri katlayıp sepetleri toplarken, biz çocuklar da bir elimizde salıncak kurduğumuz  ip atladığımız ipimiz ya da yakan top oynadığımız plastik topumuz, diğer elimizde topladığımız çiçek demetlerimiz, yorgun argın ayaklarımızı sürüyerek piknikten eve dönerdik.

En güzel anemonları nereden topladığımıza gelince, Ağlayan Kayanın arkasında yükselen yamaçlarda bir de Kırtık Mezarlığının şimdiki yerinde.

Ağlayan Kayanın civarını herkes bilir ama Kırtık mezarlığının ta ilerlerindeki anemonlar fazla bilinmez.

Tabi o zaman daha mezarlık orada yoktu. Sınıf arkadaşım Nurlupınar Mahallesinin başlangıcında Doğu Kışladan hemen sonra başlayan evlerden birinde otururdu. Onlara gittiğimizde pikniğe çıktığımız yer ise Kırtık mezarlığının arazisi idi. Zeytin ağaçları ile dolu arazi de bizim asıl ilgi alanımız badem ağaçları olurdu. Üzerine tırmanıp çağla bademleri toplayıp iştahla hatta karnımız ağrıyacak kadar çok yedikten sonra ağaçlardan iner lale toplamaya koyulurduk. Lalelerimizi demet yapar daha nadir bir renk bulan övünerek arkadaşlarına gösterirdi.

Lale mi dedim?

Evet lale. Anemonların adı çocuklar arasında lale olarak bilinirdi. Tabi gelinciklerin adı da bizim için laleydi. Aralarında ki farkı ayırt edebilmek çocuklar için zor tabi.

Lalenin bizim anemonlarımızın evrimleşmiş ıslah edilmiş hali olduğunu nereden bilelim. Gelincikler daha sıcak havalarda ilkbahar sonu yaz başında meydanlık alanlarda açarken anemonlar ilkbaharın henüz başında hatta hatta kış tam el çekmeden kuytu ve nemli yerlerde boy verir. Boy verir dediysem de sapları kısacık olduğu için utangaçça başlarını kaldırırlar aslında.

İşte bu Spil’in nazlı kızı asıl ününe lale adını alıp İstanbul’a taşınınca kavuşmuş. Aslında ne garip tesadüf aynen şehzadeler gibi. Osmanlı döneminin gözde şehzadeleri Manisa’da Sultan yaylasında serpilip İstanbul’a taşınınca asıl potansiyellerine ve üne kavuştular. Şehzade iken dünya tarihine yön veren efsanevi Sultanlara dönüştüler. İşte Bizim utangaçça yüzünü yere eğen anemonlarımız İstanbul’a taşınınca gururla başlarını göğe kaldırıp bir devre adını veren efsane bir çiçeğe dönüştüler.

Yani Spil'den dünyaya yayılan anemon da efsanevi bir çiçek.

Gelelim Anemon efsanesine.

Nefes kesici bir yakışıklılığa sahip olan Adonis ölümlülerin en güzelidir. Güzellik tanrıçası Afrodit bu ölümlüye kayıtsız kalamaz ve âşık olur. Kıskanç nazarların zararından korumak için de onu Bahar Tanrıçası Demeter’in kızı olan yeraltı Tanrıçası Persephon’a emanet eder. Zamanında Hades tarafından kaçırılarak yer altına hapsedilen Persephon'da  da arkadaşının aşkına aşık olur.

Tabi daha o zamanlar Fecri Ebcioğlu”arkadaşımın aşkısın” eserini yazmamış Enrico Masias da bestelememiştir”

Persephone Adonis’i geri vermek istemez. Ve iki tanrıça arasında büyük bir kavga çıkar. Ve sonunda Zeus kavgaya müdahale etmek zorunda kalır.

Zeus’un verdiği karara göre Adonis yılın yarısında yeryüzünde Afrodit’in yanında kalacak, diğer yarısında da Persephone’nin yanına yeraltına inecektir. Adonis’i yerüstüne çıkmasıyla ilkbahar ve yaz, yeraltına inmesiyle de sonbahar ve kış yaşanmaya başlar.

Tabi zavallı Adonis’e fikrini soran yoktur ama aslında o da Afrodit’e âşıktır. Bunu sezen Persephone kıskançlıktan deliye döner. Afrodit’e karşılıksız bir aşk besleyen savaş tanrısı Ares'e giderek ondan yardım ister. Ares yaban domuzu kılığına girerek, ava çıkan Adonis ile Afrodit’tin yoluna çıkar ve Adonis’i ağır bir şekilde yaralar. Adonis’i yaralarından akan kanlar Anemon çiçeklerine dönüşürken, acıyla sevgilisinin yanına koşan Afrodit’in ayaklarına dikenler batar. Onun ayaklarından akan kanlar da beyaz olan gülü kırmızıya boyar. O gün bu gündür Spil’in yamaçlarını anemonlar süslerken kırmızı gül de aşkın sembolü olarak bilinir.


Anemon Görseli:  Fotoğraf sanatçısı Sevgi Karaduman


 

11 Ağustos 2021 Çarşamba

SPİL DAĞI


MANİSA’NIN İLK DİZİ PLATFORMU SPİL DAĞI…

Manisa Spil'in bağrına yaslanmış kadim şehir. Eski zamanlarda dumanlı dağın eteğindeki oya gibi salınırken, zamanla ovaya doğru sere serpe yayılmış Magnezya, Vilayet-i Saruhan, uzun zamandır ise Manisa.

Hormonlu bir ergen gibi “artık ben büyük şehirim”  havalarına girmeden önce ne de sevimli ve sıcak bir şehirdin sen…

Manisa’yla ilgili ilk duyduğum hikâye şehrin ismine dairdi. Bizden büyük bir komşu çocuğu Spil dağında geniş magnezyum yatakları olduğunu, isminin de o maden yataklarından geldiğini anlatmıştı. Daha sonra birçok kimseden de bu hikâyeyi duydum. Magnezyumun mıknatıs etkisi yaptığı için uçakların dağın üzerinden geçemediği, geçmeye kalkanların ise düştüğüne dair ciddi ciddi bir inanış vardı halkın arasında.

Magnezyum madenlerinin olup olmadığını bilmiyorum ama uçakların Spil’in üzerinden geçemediğine dair tezin doğru olmadığına yakinen şahit oldum. Trabzon’dan bindiğimiz uçağın, İzmir Adnan menderes hava alanına inmek için alçalırken, bilmem hangi sebepten havada birkaç tur atmak zorunda kalmasıyla Spil’i kuş bakışı görmek nasip oldu.

Efsanelere kaynaklık eden, Evliya Çelebinin deyimiyle Dumanlı Dağ Spil, şehre gelenlere taa uzaktan “hoş geldiniz “der. Eğer bahar yağmurları zamanına denk gelirseniz kuvvetle muhtemeldir ki Evliya Çelebinin bahsettiği “dumanları” görürsünüz. O zaman en iyi öneri, seyir terasına çıkmanız olacaktır. Kıvrıla kıvrıla giden dağ yolunda bir yandan gittikçe aşağıda kalan Manisa’yı çam ağaçlarının arasından izlerken, bir yandan da bir görünüp bir kaybolan sislerin arasında büyülü bir yolculuk yaparsınız. Ama seyir terasının keyfine varmak için üzerinize kesinlikle kalın bir şeyler almalısınız.

Ha! eğer şanslıysanız yılkı atlarını da görmeniz olası. Yalnız bunun için seyir terasını epey geçmeniz Sultan yaylasını ardınızda bırakmanız ve Atalanı mevkiine oldukça yaklaşmanız gerekir.

Artık iş görmedikleri için sahipleri tarafından yük görülüp tabiata terk edilen yaşlı ve hasta atların hayata tutunma çabası inanılmaz aslında. İşte bu yaşlı bitik atların tabiatın zorlu şartlarına karşın ayakta kalması üstelik yavrulayarak çoğalıp sürüler oluşturma serüveni göz yaşartıcı. Bu gururla burunlarını havaya diken mağrur kahramanları hayranlıkla seyrederken inanılmaz bir tablo da zihninize kazınacaktır.

***

Nefes kesen manzaraları, yüzlerce çeşit endemik bitkilerinin yanında mitolojik açıdan da önemli bir mekân Spil. Belki de Olympos Dağından sonra,  en çok mitolojik karaktere ev sahipliği yapması Spil’i bambaşka bir yere taşıyor.

Aşk, ihtiras, cinayet, entrika, ihanet konulu kurgu hikâyelere sahip  popüler dizileri, filmleri milyonlar merakla izliyor. Ejderhalar, krallar, vampirler, zombiler, süper kahramanlar günümüz modern insanları arasında da oldukça popüler. Sosyal medyada binlerce kişi tarafından tartışılıyor yorumlanıyor. Oyuncular inanılmaz bir popülariteye ulaşırken dünyanın da parasını kazanıyor.

Zamanında ki mitolojik hikâyelerin, masalların, efsanelerin benzeri kurguların günümüzde film ve diziler de yaşaması, Âdemoğlu ve Havva kızlarının aslında pek de değişmediğinin göstergesi belki de

İşte Manisa binlerce yılda farklı medeniyetlerin katkı sunduğu kültürel birikimiyle oldukça zengin efsanelere hikâyelere sahip bir coğrafya.

Birçok farklı kültürde bilinen, tüm varlığı ile yerin dibine gömülen, görülmemiş boyutta zenginliğe sahip Karun’un bu topraklarda yaşadığı iddia ediliyor mesela… Eh parayı Lidyalıların bulduğu düşünülürse de, neden olmasın?

                Peki Spil ‘de yaşadığına inanılan mitoloji kahramanları burayı ihtişamlı bir dizi, film platformuna çevirmiyor mu?

 

 


ŞEHİRLERİN CİNSİYETİ VAR MIDIR Kİ?

 

Şehirlerin insanlar gibi karakterlerinin ve cinsiyetlerinin olduğunu düşünürüm. Mesela İstanbul, ağır aristokrat saraylı bir eski zaman güzeli. Mücevherlerini takmış takıştırmış tüller satenler içinde, oymalı bir tahtta oturan hanımefendi. Huzuruna çıkanların karşısında temenna durduğu, zarafetle uzattığı elini öperken yüzüne bakmaya korktuğu saraylı bir sultan.

İzmir, mini etekli havai hoppa bir yeni zaman güzeli. Ankara, ağır başlı grand tuvalet takım elbiseli, elinde deri evrak çantası ile ağır abi bir devlet memuru…

Manisa… Manisa… O da bir kadın elbette ama nasıl olduğu konusunda kararsızım. Görmüş geçirmiş zarif ağırbaşlı bir hanımefendi mi, yoksa eteği belinde cevval çalışkan bir köylü güzeli mi? Yoksa yüzü sivilceli, hormonlu bir yeni yetme mi?

Bu kafa karışıklığımın sebebi ne ola ki?

Spil'in etekleri boyunca uzanan eski Manisa’nın bulunduğu mahalleleri, Muradiye Külliyesini, Sultan Camisini, Hatuniye'nin etrafında ki bedestenleri hanları dükkânları Ulucami'nin bahçesinden seyrederken “tamam” diyorum “işte zarif bir saraylı hanımefendi.” Gözüm Gediz ovasına ve ardında uzanan tepelerindeki uzak ve titrek ışıklara takılınca bir köylü güzeli, Sanayi tarafına ve yeni kurulan yerleşim alanları ile nerdeyse Muradiye’ye ulaşan tarafıyla ise hormonlu bir ergen.

Manisa’nın kadın kimliğinde, Manisa’nın şehir planının oluşmasında etkisi çok olan dört eski vakfiyenin kurucuları hanım sultanların da etkisi vardır belki de. Hafsa Sultan Külliyesi, Hatuniye Külliyesi, Çaşnigir Külliyesi ve Gülgün Hatun Külliyelerinin banileri Kadınlar, yüzlerce yıl sonra bile şehrin karakterine etki eden yapıtlar inşa ettirmeyi başarmışlar.

Tüm bunlara ilave olarak da isimleri hala bilinen iki mitolojik kadın karakter Niobe ve Kibele’yi de eklersek sanırım Manisa şehri, çok kişilikli eski birikimini günümüze de taşıyabilmiş şahane bir kadın.




10 Ağustos 2021 Salı

MANİSA TARİH KOKAR

 



bağ-ı dehrin hem hazânın hem bahârın görmüşüz
biz neşâtın da gamın da rûzigârın görmüşüz Nabi…

Çaybaşı’ndan gelip Mevlevihane’ye giden, oradan da Sipil'e uzanan  yolun üzerindeyim. İstinat duvarına oturup ayaklarımı aşağıya uzatıyorum. Manisa yayılıyor önümde, ileride bereketli Gediz nehri ve Gediz ovası. Serin bir rüzgâr esiyor, iki yanımda asırlık iki çam ağacı. Arkada gelip geçen arabaların sesleri.

Ah Manisa!  binlerce yıllık kadim şehir. Kaç kez doldun kaç kez boşaldın acaba. Şu hemen aşağıdaki dut ağacı yüz yıl öncede var mıydı, dallarına kimler tırmandı? Ayaklarında ki yemenileri çıkarıp kollarına tırmanan bir haylaz mı, yoksa çıplak ayaklı bir çoban çocuk mu? Acaba yoksul bir evin bahçesinde miydin yoksa zengin bir konağın eyvanında mı? Belli değil şimdi. Zira yirmi sene öncesinden bile o kadar farklı ki sokaklar.

Şu mavi apartmanın yerinde milattan önce Lidyalı zengin bir tüccarının tabanı mozaikli villası mı vardı acaba, yoksa yoksul bir demirci ustasının ateşinin başında körük şişirip çekiç salladığı atölyesi mi? Kim bilir?

İşte şu dizi dizi kuzeye uzanan ışıklar Akhisar yolu, istikamet İstanbul. Doğuya geden yol Turgutlu yolu, istikamet Ankara. Batıya giden yolun sonunda ise İzmir, Sabuncubeli’ni aşarak uzanıyor. Gerçi şimdi tünel yapıldı, Sabuncubeli’ne giden yol garip kaldı…

Kaç yolun düğüm noktası Manisa ve kaç medeniyetin? Uzakta öbek öbek yanan titrek köy ışıkları gibi parlıyor, iz bırakan medeniyetler.

Şimdi ışıl ışıl farlarıyla arabaların geçtiği yollardan pirinç ve baharat yüklü develer salına salına boyunlarında ki çanlarını sallayıp geviş getirerek Mısırdan geliyordu belki… Ya da İtalyan bir tüccar, Yahudi iş ortağı ile çene çalarak at üstünde İzmir limanına zeytinyağı ve tütün yüklenecek germilerine nezaret etmeye gidiyorlardı belki de…

Zaman ne garip… Bir zamanlar adeta ürünlerini yüklediği bir liman olan İzmir’e karşı yenik düşüyor ve zamanla İzmir’in bir antreposuna dönüşüyor Manisa, namı diğer Saruhan Vilayeti…

Saruhan beyliğinin bir zamanlar yaman denizciler olduğunu unuttuk gitti bile, ya da karlı deniz ticareti sayesinde mamur ve müreffeh bir şehir olduklarını…

***

Halk arasında anlatılan Manisa’nın fethinde( büyük bir orduyla kuşatıldıkları yanılsamasını oluşturmak için) boynuzlarına taktığı meşalelerle keçileri kaleye doğru sürerken, sürüyü acaba ilk hangi asker görmüştü? Sürüler yokuş yukarı tırmanırken, şu oturup Manisa’yı seyrettiğim yerden de geçtiler miydi ki?

Tarih ne garip, aktaranlar eliyle ne değişik hallere bürünüyor. Mesela Horoz köy için anlatılanlar. Tarih kaynakları, köyün adının Saray çalışanlarından bir gurup Hristiyan ailenin oturduğu Horos isminden geldiğini söylerken, halk muhayyilesi Fetih tamamlandığında o mevkide öten bir horozdan geldiğini söylüyor…

Kendisini ağırlamak için kavga eden Ahi Sinan ve Ahi Duman reislerin bıçaklı kavgasını tatlı tatlı anlatan İbn-i Battuta’nın Manisa’ya uğradığı zaman gecelediği ahi tekkesin yerinde şu anda hangi bina var. Bulmak mümkün mü?

Şehzade Mehmet henüz Fatih olmadan önce Sultan yaylasına göçerken yanında anacığı ve lalalarıyla gitgide ufalan ve gözden kaybolan Manisa’ya bakarak yol boyunca ne düşünüyordu? Fetih planları yapmaya başlamış mıydı, ya da İstanbul’u ne zaman kafasına koymuştu?

Acaba Yunan askerleri üç yıllık işgalin ardından iki gün boyunca yanan bir şehir bırakarak kaçarken, denize dökülmek için mukadder kaderlerine İzmir’e doğru hangi korkunun pençesiyle kaçıyordu. Peki, 8 Eylülde yorgun ama muzaffer bir şekilde şehre giren Kuva-i Milliye güçleri şehri kurtardıklarına sevinmişler miydi, yoksa yanan binlerce ev, dükkân, onlarca çiftlik ve fabrikaların dumanı tüterken, evi barkı ocağı yok olan sevdiklerini şehit veren, zor kurtardıkları canlarıyla dağlara sığınan yerli halkın acısı için gizliden gözyaşı mı dökmüşlerdi? O yağız komutan bir gün bari dinlenmiş miydi bu viran şehirde, yoksa dinlenemeden Yunan sürülerinin ardından at koşturmaya devam mı etmişti?

Şimdi soru mu bu? Dokuz Eylül de İzmir’in kurtuluşu olduğuna göre elbette ki Yunan çakallarının ardından koşmuştu vatan kurtarmaya.

Manisa Tarzan’ı Ahmet Bedevi bu yanmış harap şehre hangi yollardan geçerek geldi ki acaba? Ya da ilk fidanı nereye hangi sokağa, hangi bahçeye dikti?

Sor sor bitmez sorular. Tabi anlatılacaklar da…

Olsun başlayalım bakalım dilimiz döndüğünce, kalemimiz yettiğince Manisa’yı anlatmaya…

9 Ağustos 2021 Pazartesi

MANİSA'YA DAİR



Binlerce yıldır ne çok şey biriktirdi Manisa...

Yaşamlar ve anılar...

Yaşayanlar da unutuldu anılar da...

Bir kent belleğini oluşturan, sadece binalar yollar değil, içinde yaşayanların  anıları umutları sevinçleri hüzünleri ve yaşanmışlıkları da.

Manisa'ya dair kendi aynamdan yansıyanları  kayda geçmek ve paylaşmak umudundayım...